03 Mayıs 2024 - Cuma

Şu anda buradasınız: / O GÜN GELMEDEN
O GÜN GELMEDEN

O GÜN GELMEDEN ABDULLAH DÂİ

“Sizi toplanma günü için bir araya toplayacağı gün, işte bu aldanma (teğabün) günüdür. Kim Allah’a iman edip salih bir amelde bulunursa (Allah), onun kötülüklerini örter ve içinde ebedî kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. İşte büyük mutluluk ve kurtuluş (fevz) budur. İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da içinde sürekli kalıcılar olmak üzere ateşin halkıdırlar. Ne kötü bir dönüş yeridir o.»1 Muvahhid mü’minlerin hiç şübheleri olmadan, geleceğine katıksız iman ettikleri bir gündür “Teğabün Günü...” Şeyhu’l-İslâm Ebu’s-Suud Efendi (rh.a.), «İrşadu’l-Akli’s-Selim» adlı tefsirinde şunları beyân eder: “Öncekilerin ve sonrakilerin hesab ve ceza için toplanacakları gün, işte o, bazı insanların, bazı insanlara kaybettirdiğinin ortaya çıkacağı gündür. Zira bahtiyar insanlar, bedbahtların, bahtiyar olmaları takdirinde alacakları yerleri alırlar ve aksi için de bunun aksi olur.”2 İmam Kurtubî (rh.a.) de, «el-Camiu li Ahkâmi’lKur’ân» adlı meşhur tefsirinde, «bugüne Teğabün Günü denilmesinin sebebi ve bugündeki aldanışın mahiyeti» başlığı altında şunları söyler: “Eğer: ‘Bir aldanışın sözkonusu olması için arada nasıl bir muamele olmuştur’ diye soran olursa, ona şöyle cevab verilir: Bu, alış-verişe dair temsili bir ifadedir. Yüce Allah: “İşte onlar, hidayet karşılığında sapıklığı satın almış olanlardır. (Bakara, 2/16) diye buyurmaktadır.  Kâfirlerin hidayet karşılığında sapıklığı satın aldıkları ve ticaretlerinin kâr sağlamayıp aksine ziyan ettiği belirtildiği gibi, burada da onların aldanış içerisinde olduklarını belirtmektedir. Şöyle ki: Cennetlikler, dünya karşılığında ahireti satın almışlardır. Cehennemlikler ise, ahireti terk ederek dünyayı satın almışlardır. İşte bu, -lafzın anlamını genişleterek ve gerçek anlamından ayrı mecazî bir anlam vererek- bir çeşit değiş tokuşun ifadesidir. Yüce Allah, insanları iki kesime ayırmıştır. Bu kesimin biri cennetlik, diğeri ise cehennemliktir. Herkesin cennet ve cehennemdeki teri bellidir. Daha önce bu sûrede ve başka yerlerde açıkladığımız gibi kul, bazan İlâhî yardımdan mahrum kalır ve sonuçta cehennemlik olur. İlâhî tevfike mazhar olan kimse, bunun sonucunda yardımdan mahrum olanın mevkiine kavuşur. Buna karşılık İlâhî tevfike mazhar olanın cehennem ateşindeki yeri de, yardımdan mahrum olana verilir. İşte sanki böylece bir değişim gerçekleşmiş ve bunun sonucunda da aldanış husule gelmiş olur.”3 Ebu Hüreyre (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Cennete girecek herbir kişiye, dünyada iken kötü amel yapmış olduğu takdirde cehennemdeki oturağı kendisine muhakkak gösterilecektir. Bu da şükrünün artması içindir. Cehenneme girecek herbir kimseye de, dünyada iken güzel işler işlemiş olsaydı cennetten olacak oturağ kendisine muhakkak gösterilecektir. Bu da, kendisi aleyhine bir hasret olması içindir.”4 İnsanlar için bir imtihan alanı olan dünya hayatında, sadece kendisine ibadet etsinler diye yaratılan insanların, Rabbleri Allah’a gereği gibi kul olmayışlarından dolayı, âhiret hayatındaki toplanma günü, onlar için bir hayıflanma, bir aldanma günüdür... Kendisinden başka ibadet edilecek hak ilâh olmayan Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ uyarıyor: “Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur’ân’dan okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona iyice daldığınızda, Biz sizin üzerinizde şahidler durmuş olmayalım. Yerde ve gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun daha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitabda (kayıdlı) olmasın.”5 Rabbi ve İlâhı Allah’ı Tevhid edip iman etmiş ve emirlerine teslim olmuş bir şahsiyet, Rabbi Allah’ın bu uyarması sonucu, kendisini, imanını, ahlâkını ve amellerini, yani bütünüyle hayatını gözden geçirmeli, noksanlıklarını tamamlamalı, fazlalıklarını atmalı ve nâsûh tevbe ile kendisini temizleyerek kulluk vazifelerini yerine getirmelidir... Mü’min müslüman şahsiyet, hangi ortamda olursa olsun, o hâli ile ilgili hükümleri bilmeli ve imkân nisbetince emre uymalıdır... Bu, Allah’a kul olmanın gereğidir... Teğabün günü gelmeden ve daha fırsat elde iken gerekenin yapılması, kişiyi ebedî azabdan kurtaracaktır... Çok kısa ve fânî dünyadaki emrolunduğu gibi hazırlık, insanı ebedî hayatta mutlu edecektir... Fâni hayattaki katıksız iman ve Sünnet üzere salih amel, ebedî hayatta mutlu olmanın olmazsa olmazıdır... Akıl nimetini kullanan her mü’min müslüman ferd, bu konuda bütün gayretini sarf etmeli ve fâni hayatında kendisini bâkî hayata hazırlamalıdır... Âlemlerin Rabbi Allah Azze ve Celle, dönüşü olmayan o günden haber vermektedir: “Göklerin ve yerin mülkü Allah’ındır. Kıyamet saatinin kopacağı gün, (işte) o gün, bâtılda olanlar hüsrana uğrayacaklardır. O gün sen, her ümmeti diz üstü çökmüş (veya toplanmış) olarak görürsün. Her ümmet kendi kitabına çağrılır. ‘Bugün yaptıklarınızla karşılık göreceksiniz. Bu, Bizim kitabımızdır, sizin aleyhinize hak ile konuşuyor. Gerçekten Biz, sizin yaptıklarınızı yazıyorduk.”6 O gün, şahidlerin âdil şahidler olarak şahidlik yapacağı hak günüdür... Rabbimiz Allah, âdil şahidleri şöyle beyân buyurur: “Yer o şiddetli sarsıntıyla sarsıldığı, Yer ağırlıklarını dışarı atıp çıkardığı, Ve insan: ‘Buna ne oluyor?’ dediği zaman. O gün yer haberlerini anlatacaktır. Çünkü senin Rabbin, ona vahyetmiştir.»7 Ebu Hüreyre (r.a.) anlatıyor: Rasulullah (s.a.s.): “O gün (yer), haberlerini anlatacaktır.” (Zilzal, 99/4) ayetini okudu ve: “Onun haberleri nedir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashab: -Ancak Allah ve Rasulü bilir! Dediler. Rasulullah (s.a.s) şöyle buyurdu: “Yeryüzünün haberleri, sırtı üstünde işlediklerine dair erkek ve kadın her kul hakkında şehadet etmesidir ki, filân gün, filân ve filân işi yaptı, diyecektir. İşte yeryüzünün haberleri budur!” 8 “O gün, kendi dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde yaptıklarına dair şahidlikte bulunacaklar. O gün Allah, hak ettikleri cezayı noksansız verecektir ve onlar da Allah’ın hiç şüphesiz hak olduğunu bilecekler.”9 Enes bin Mâlik (r.a.) anlatıyor: Rasulullah (s.a.s.)’in yanında idik. Güldü ve: “Niye gülüyorum biliyor musunuz?” buyurdu. Biz: -Allah ve Rasulü daha iyi bilir, dedik. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: Siyasetinden ekonomisine, eğitiminden hukukuna, ferdden aileye, aileden topluma bütünüyle İman ve İslâm üzere olmak, dünyada ve âhirette kurtuluşun olmazsa olmaz gereğidir. ““Kulun Rabbiyle konuşmasına gülüyorum. Kul: -Rabbim, sen beni zulümden korumadın mı? Diyecek. Allah Teâlâ: -Evet korudum, buyuracak. Kul: -Amma ben, kendime benim tarafımdan bir şahid getirilmesinden başka bir şeye razı değilim, diyecek. Allah Teâlâ: -Bugün senin üzerine bir şahidlik edici olmak bakımından nefsin ve şahidler olarak da “Kirâmen Kâtibin” (İnfitar, 82 / 11) kâfîdir. Kulun ağızına mühür vurulacaktır. Daha sonra vücûd organlarının her birine: -Konuş! Denilecek. Bunun üzerine her bir organ dile gelip o kulun amelini birer birer söylerler. Sonra kul konuşmak hususunda serbest bırakılacak, o da kendi vücûd organlarına: -Sizler uzaklaşın, uzak olun! Ben, ancak sizin (kurtulmanız) için mücadele ediyordum, diyecektir.”10 O gün gelmeden, o günün kulun lehine olması için bugün hazırlık yapılması ânın vâcibidir... Kendisine bir nimet, bir imkân ve bir fırsat olarak bahşedilen dünya hayatını, Rabbi Allah’ı razı edecek ve O’ndan razı olacak şekilde değerlendirmeyen insanların şöyle diyeceği gün gelmeden: “Gerçekten Allah, kâfirleri lanetlemiş ve onlar için çılgın bir ateş hazırlamıştır. Orada ebedî olarak kalıcıdırlar. Onlar, ne bir velî, ne bir yardımcı bulamayacaklardır. Yüzlerinin ateşte evrilip çevrileceği gün, derler ki: ‘Eyvahlar bize, keşke Allah’a itaat etseydik ve Rasul’e itaat etseydik.’ Ve dediler ki: ‘Rabbimiz, gerçekten biz, efendilerimize ve büyüklerimize itaat ettik. Böylece onlar bizi, yoldan saptırmış oldular. Rabbimiz, onlara azabdan iki katını ver ve büyük bir lânet ile lânet et.”11 “Göğün bulutlarla parçalanacağı ve meleklerin bir indirilme ile indirileceği gün. İşte o gün, gerçek mülk Rahmân (olan Allah)ındır. İnkâr edenler için oldukça zorlu bir gündür. O gün, zulmeden, ellerini (hınçla) ısırarak (şöy le) der: ‘Ah keşke, Rasul ile birlikte bir yol edinmiş olsaydım. Vah yazıklar bana, ne olurdu da filânı dost edinmeseydim. Çünkü o, gerçekten bana geldikten sonra beni zikirden (Kur’ân’dan) saptırmış oldu. Şeytan da insanı yapayalnız ve yardımsız bırakır.»12 Bu ayet-i kerimelerin iniş sebebini hatırlatalım ki, konu daha iyi anlaşılsın!.. İbn Abbas (r. anhuma) anlatıyor: Ukbe b. Ebi Muayd ile Ubeyy b. Halef canciğer iki dost idiler. Ukbe, seferden döner dönmez hemen bir yemek hazırlatıp ona, kavminin ileri gelenlerini davet ederdi. Ukbe, Rasulullah (s.a.s.) ile sık sık birlikte otururdu. Yine bir gün seferden döndüğü zaman yemek hazırlayıp Kureyş’in ileri gelenlerini ve bu arada Rasulullah (s.a.s.)’i de davet etti. Rasulullah, ancak müslüman olduğu takdirde yemeğe katılacağını, aksi hâlde yemeğe katılmayacağını söyledi. Ukbe, verdiği yemeğe Kureyş’in ileri gelenlerinden birinin katılmamasından hoşlanmadığı için, Kelime-i şehadet getirdi. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), onun yemeğine katılıp yemeğini yedi. Ubeyy b. Halef, henüz gelmemişti. Ubeyy gelip de kendisine Ukbe’nin yaptığı bildirilince, ona: -Dininden çıktın, gittin ey Ukbe! dedi. Ukbe ise: -Yemin ederim ki, dinimden çıkmış filân değilim. Ancak Kureyş’in ileri gelenlerinden birinin yemeğe katılmamasını iyi görmedim. Kelime-i Şehadet getirmedikçe, yemeğe katılmayacağını söylüyordu. Ben de sırf yemeğe katılması için Kelime-i Şehadet getirdim. Bunun üzerine O da yemeğe katıldı, diye karşılık verdi. O zaman Ubeyy, ona: -Eğer Muhammed’e tabi olacak olursan yüzüm, yüzüne haram olsun! Yüzümü bir daha asla göremezsin. Gidip (Muhammed’in) yüzüne tükürmez, boynunu ezmez, şöyle şöyle deyip O’na sövmezsen, senden asla razı da olmam, diye çıkıştı. Allah’ın düşmanı, dostunun kendisine yapmasını emrettiği her şeyi Rasulullah (s.a.s.)’e yaptı. Bunu üzerine Allah, bu ayet-i kerimeyi indirdi. Zalim Ukbe’yi saptıran dostu Ubeyy b. Halef’tir. Ukbe, Bedir’de, Ubeyy ise Uhud’da öldürülmüşlerdir.13 O gün, yani hesab günü, yani Teğabün günü gelmeden emrolunduğu gibi dosdoğru davranmak, gerekli kulluğu, Rabb Allah’ın razı olduğu şekilde yapmak, Allah’ın dostuna dost, düşmanına düşman olmak lâzımdır... İmanı, Kur’ân’ı ve İslâm’ı inkâr edip Allah’a düşman olanları dost edinenler, onlarla beraberlik gündeme getirenler elbette pişman olacak ve hırslarından ellerini ısıracak, parmaklarını gevecek ve: “Ah keşke, Rasul ile birlikte bir yol edinmiş olsaydım. Vah yazıklar bana, ne olurdu da filânı dost edinmeseydim.” diyecektir. Çünkü o sapık, kâfir ve müşrik dostu, kendisini haktan sonra bâtıla çevirmiş, doğru yoldan saptırıp yanlış yola sevkederek, hem dünyasını, hem de âhiretini mahvetmiştir... İzzetli olmasını engellemiş, zillet içinde bırakmıştır... Kişinin beraber bulunduğu arkadaşları ve dostları kâfir, müşrik ve mürted olmasa da fasık, fâcir ve zalim olsa, yine ona büyük zarar Muvahhid mü’minler, Allah’ ve Rasulü (s.a.s.)’e katıksız iman edip imanlarında hiçbir şübheye düşmeden mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad ederler. “ verirler... Kendisini günah bataklığına sokar, haramın her türlüsüne bulaştırır, izzetini zillete çevirirler... Kendisinden başka insan kullarının üzerine hüküm koyucu hak ilâh olmayan Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, Rabbliğine ve İlâhlığına razı olup iman eden muvahhid mü’min kullarına hitaben şöyle buyurur: “Ey iman edenler, Allah’dan sakının ve sadıklarla birlikte olun.”14 Katıksız iman edenler, muttakîler olarak sadıklarla beraber olmalıdırlar... Bu, Rabbimiz Allah’ın bir emri olup, razı olduğu durum da budur!.. Rabbleri Allah’ın emrine karşı, “İşittik ve itaat ettik” teslimiyetini dosdoğru bir şekilde yerine getiren iman ehli şahsiyetler, kâfirlerle, müşriklerle, mürtedlerle, zalimlerle, fasıklarla ve fâcirlerle beraber olamazlar, onlarla dostluk ve gönüldaşlık kuramazlar... Aksine onlardan ruhen, bedenen, fikren ve zikren uzak kalır, onlara ancak tebliğ ve davet maksadıyla yaklaşır, görevini bitirince yine uzak kalmayı gündeme getirirler... Muvahhid mü’minler, Allah’ ve Rasulü (s.a.s.)’e katıksız iman edip imanlarında hiçbir şübheye düşmeden mallarıyla ve canlarıyla Allah yolunda cihad ederler... İşte sadık olanlar bunlardır15 ve iman edenlerin beraber olacakları, kardeş ve dost kalacaklar da bunlardır... Rabbimiz Allah şöyle buyurur: “Sizin dostunuz (velîniz), ancak Allah, O’nun Rasulü, rükû’ ediciler olarak namaz kılan ve zekat veren mü’minlerdir. Kim Allah’ı, Rasulünü ve iman edenleri dost (velî) edinirse, hiç şübhe yok, galib gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır.”16 Dünya hayatında da, âhirette de zilletten kurtulup izzete kavuşmanın yegâne yolu ve çâresi budur! Çünkü yegâne Rabbimiz Allah böyle buyurdu: “Oysa izzet, Allah’ın, O’nun Rasulünün ve mü’minlerindir. Ancak münafıklar bilmiyorlar.”17 Dünyanın neresinde, hangi çağda, hangi ülkede ve hangi ortamda olursa olsun, gerçekten iman eden, imana zulmü karıştırmayan her mü’min müslümanın tavrı bu olmalıdır... Kadın olsun, erkek olsun her muvahhid mü’min şahsiyet, Allah’ı Rabb, İslâm’ı din, Kur’ân’ı düstûr, Rasulullah (s.a.s.)’i önder edinerek, bütün şirk ve küfür ideolojilerinden, düzenlerinden, felsefelerinden ve hayat anlayışlarından ilişkisini kesip uzak kalmalı, ancak muvahhid mü’minlerle kardeş ve dost, yani velî olmalı, iyilik ve takva üzere yardımlaşmalıdırlar... Hele hele egemen zalim tağutlar tarafından toprakları işgal edilmiş, esaret altında bırakılmış mazlum ve mustaz’af müslümanların bunu mutlaka gerçekleştirmeleri gerekir... Rabbimiz Allah Teâlâ emir buyurur: “Zulmedenlere eğilim göstermeyin, yoksa size ateş dokunur. Sizin Allah’dan başka velîleriniz yoktur. Sonra yardım göremezsiniz.”18 “Sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup sakının. Bilin ki, gerçekten Allah (cezası ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.”19 Gerek kendilerine, gerekse egemen oldukları toplumlara ya da eş - dostlarına zulmedenlere asla meyledilmez, onlara karşı kalplerde bir sevgi beslenmez, zulümlerine destek verilmez, Cennetlikler, dünya karşılığında ahireti satın almışlardır. Cehennemlikler ise, ahireti terk ederek dünyayı satın almışlardır.. “  yardımcı olunmaz, ancak kendilerine nasihat edilir, dosdoğru yola davet edilir, doğrusu ne ise o tavsiye edilip gösterilir ve zulümden alıkonulmaya çalışılır... Mü’min müslüman, yalnızca mü’min müslümanlara dost ve kardeş olup, iyilik ve takva üzere yardımlaşırlar... Önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in ümmetine emri budur!.. Ebu Said (r.a.) rivayet eder: Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Mü’minden başkasıyla arkadaşlık etme!”20 Ebu Hüreyre (r.a.)’dan: Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Kişi, arkadaşının (dostunun) dini üzeredir. Öyleyse her biriniz kiminle arkadaşlık (dostluk) ettiğine (iyice) dikkat etsin!”21 Geleceği mutlak olan o gün gelmeden önce, o gün ve ondan sonraki ebedî hayat için, imanın sapasağlamlığından başlayarak, her amelin Allah’ın rızasına uygun, yani önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in sünneti üzere olmasına azamî derecede dikkat edilmeli ve alabildiğine hassas davranılmalıdır... Muttakî mü’minlerle ve sadık müslümanlarla beraber olunmalı, İslâm cephesinden asla ayrılmamalıdır... Kalp ve dil ile yaptığımız: “Bizi dosdoğru yola ilet. Kendilerine nimet verdiklerinin yoluna.”22 duâsını hâl ile de gerçekleştirmeliyiz... Kendilerine nimet verilenlerin yoluna iletilmek isteyenler, nimet verilenleri tanımalı ve o yola koyulmalıdır... Rabbimiz Allah Teâlâ buyurur: “Kim Allah’a ve Rasul’e itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberler, sıddîklar, şehidler ve salihlerle beraberdir. Ne iyi arkadaştır onlar!”23 Bu iyi arkadaşlarla beraber olmak, onların izi üzere olmakla gerçekleşir... Onların izinden yürümek, onların yaptıklarını yapmak, ancak iman ve İslâm üzere olmak demektir. Hayatın her yönünü İman ve İslâm üzere kılan muvahhid mü’minler, umduklarına kavuşmayı hak etmişlerdir... Siyasetinden ekonomisine, eğitiminden hukukuna, ferdden aileye, aileden topluma bütünüyle İman ve İslâm üzere olmak, dünyada ve âhirette kurtuluşun olmazsa olmaz gereğidir... İman ve İslâm’ın hayata egemen olması hedefine, ancak İman ve İslâm’ın uygun gördüğü, helâl kabul ettiği bir yol, bir yöntem ile varılır. Hakka ulaşmak için bâtıl bir yol, bâtıl bir yöntem asla gündeme gelemez. Çünkü hak, bâtılın her şeyini red etmek üzere vardır... Rabbânî hedefin, yol ve yöntemi de rabbânî olması gerekir... Haramla hareket edip helâla ulaşılamaz... Günahlara batarak, sevap hedefine varılamaz... Allah’ın haram kıldıklarını, Allah’ın rızasını kazanmak için işleyen kişilerin, kendilerini yeniden gözden geçirmeleri, akîdelerini ve amel anlayışlarını sorgulamaları kaçınılmaz bir durumdur... O gün gelmeden, bütün bunların hesabı yapılmalı ve hazırlık tamamlanmalıdır!.. “Hep birlikte Allah’a tevbe edin ey mü’minler, umulur ki, felâh bulursunuz.”24 Teğabün günü gelmeden ve daha fırsat elde iken gerekenin yapılması, kişiyi ebedî azabdan kurtaracaktır.

 1. Tağabün, 64/9-10 2. Şeyhûlislâm Ebussuûd Efendi, Ebussuûd Tefsiri, çev. Ali Akın, İst. 2007, C. 12, Sh. 5575 3. İmam Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi’l-Kur’ân, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2003, C. 17, Sh. 394. 4. Sahih-i Buhârî, Kitabu’r-Rikak, B. 51, Hds. 152. İmam Ahmed bin Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, Vdğ. İst. 2014, C. 20, Sh. 586, Hds. 29026 5. Yunus, 10/61 6. Nûr, 24/27-29 7. Zilzal, 99/1-5 8. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B. 86, Hds. 3573. İmam Ahmed bin Hanbel, Müsned, C. 15, Sh. 307, Hds. 21994. C. 20, Sh. 545, Hds. 28963. İmam Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, çev. Zeke riya Yıldız, İst. 2011, C. 10, Sh. 583, Hds. 11629. Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, C. 6, Sh. 39, Hds. 4018. Nureddin el-Heysemî, Sahîh-i İbn Hibbân Zevâidi, çev. Hasan Yıldız, İst. 2012, C. 2, Sh. 673, Hds. 2486. 9. Nur, 24/24-25 10. Sahih-i Müslim, Kitabü’z-Zühd, Hds. 17. İmam Nesâî es-Sünenü’l-Kübra, C. 10, Sh. 558, Hds. 11589. Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, C. 11, Sh. 402, Hds. 8814. Beyhakî, Şuabu’l-İman, çev. Hüseyin Yıldız, Vdğ. İst. 2015, C. 1, Sh. 272, Hds. 262. 11. Ahzab, 33/64-68 12. Furkan, 25/25-29 13. Abdulfettah el-Kadı, Esbâb-ı Nüzûl, çev. Doç. Dr. Salih Akdemir, AAK. 1986. Sh. 287. İmam Ebu’l-Hasen Ali b. Ahmed el-Vahidî, Esbâb-ı Nüzûl, çev. Necati Tefik - Necdet Çağıl, Erzurum, T-y. Sh. 375. Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr Fi’t-Tefsir bi’l-Me’sûr, çev. Hasan Yıldız, İst. 2012, C. 11, Sh. 160. Ebu Nuaym’dan. 14. Tevbe, 9/119 15. Bkz. Hucurat, 49/15 16. Mâide, 5/55-56 17. Münafikun, 63/8 18. Hud, 11/113 19. Enfal, 8/25 20. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B. 16, Hds. 4822. Sünen-i TirmizîKitabü’z-Zühd, B. 44, Hds. 2506. Sünen-i Dârimî, Kitabu’l-Et’ime, B. 23, Hds. 2063. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 16, Sh. 120, Hds. 23141. Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek, C. 9, Sh. 490, Hds. 7251. Nûreddin el-Heysemî, Sahih-i İbn Hibbân Zevâidi, C. 2, Sh. 374, Hds. 2049. Sh. 638, Hds. 2522. 21. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B. 16, Hds. 4833. Sünen-i Tirmizî, Kitabü’z-Zühd, B. 32, Hds. 2484. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, C. 16, Sh. 119-120, Hds. 23139-23140 22. Fatiha, 1/6-7. 23. Nisa, 4/69 24. Nur, 24/31

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul